Batı Trakya Türk’ü Dertli
Erhan TÜRBEDAR
22 September 2006
14. yüzyılın ilk yarısından başlayarak, yaklaşık 650 yıl boyunca Osmanlı sınırları içinde kaldıktan sonra, Yunanistan’ın kuzeydoğusunda yer alan Batı Trakya bölgesi, Yunan idaresine geçmişti. O günden bu yana, Batı Trakya Türkleri Yunanistan yönetimlerince hep “Ankara’nın Truva Atı” olarak algılanmış ve Türkiye’nin “yayılmacı politikası” için silah olarak Batı Trakya Türklerini kullandığına inanılmıştır. Çoğu Yunanlı akademisyen ve politikacı, halen de Türkiye’nin batıya doğru yayılmacı bir politika izlediğine inanıyor. Oysa tam tersi, Türkiye dış politikasında hiçbir zaman etnik veya dinî temelli politikalar gütmedi. Diğer taraftan, Türkiye kamuoyu, Batı Trakya’daki Türklerin ne tür sıkıntılarla karşı karşıya kaldıklarını, günümüzde olduğu gibi, hiçbir zaman yeterince bilmedi. Uluslararası ilişkilerde, gerçekler kadar algılamalar da önemli. Bu bağlamda, ulusal kamuoyları, kendi azınlıklarını bir başka ülkenin veya ulusun değil, kendilerinin bir parçası olarak görmeyi benimsemedikleri sürece, azınlıkların sorunlarının salt dış etki ve baskılarla çözümlenmeye çalışılmasının etkinliği sınırlı bir yöntem olabileceği açık.
İşte bu çerçevede, Türkiye’nin dış politikası üzerine Yunanlıların kafalarındaki kurgu, Batı Trakya’daki Türklerin göçe zorlanması veya asimile edilmesi yönündeki politikalarının -en azından kendi ulusal kamuoyları nezdinde- meşrulaştırılmasını sağlamakta. Batı Trakya Türkleri, eğitim, siyasi ve sosyal örgütlenme, din, düşünce ve ekonomi gibi alanlarda değişik baskılara maruz kalmaya devam etmekte. Bütün bunlara rağmen, günümüzde yaklaşık 150 bin Türk, Batı Trakya’daki etnik, dinî ve kültürel kimliğini devam ettirmeyi başardı.
1990’ların başlarına kadar, Yunanistan’ın Batı Trakya politikasında önemli bir değişim olmadı. Bu tarihten sonra ise, Yunan yetkilileri Batı Trakya’daki Türklere yönelik baskıcı politikalarını hafifletmeye başladı, böylece Türklerin geleceği hakkında ilk olumlu sinyaller verildi. Günümüzde varılan nokta, geçmişe kıyasla çok daha iyi görünmekle birlikte, 25 yıldan beri Avrupa Birliği (AB) üyesi olan ve temel insan haklarının korunmasını amaçlayan uluslararası metinlerin çoğunu imzalayan Yunanistan’da, Türkler ve diğer azınlıkların sorunları bitmiş değil. Yunanistan Avrupa Konseyi ve AB üyesi olmasaydı, azınlıkların durumu ne olurdu gibi teorik bir sorunun cevabı herhalde çok olumlu bir değerlendirmeye konu olamazdı.
15-17 Eylül tarihleri arasında, Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği tarafından düzenlenen “5. Uluslararası Batı Trakya Türkleri Kurultayı”, görünüşteki bazı olumlu gelişmelere rağmen, Batı Trakya’nın sorunlar yumağı olarak kalmaya devam ettiğini gösterdi. Aralarında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da yer aldığı kurultayın açılış konuşmaları, TRT-INT yayınlarından da izlenebildi. Kurultayı Batı Trakya’daki Türkler de izleyebildi, ancak, Yunanlı yetkililer yayınının sesini aniden kestiği için, konuşmaları dinleyemedi.
5. Uluslararası Batı Trakya Türkleri Kurultayı’nın önemli sonuçlardan biri, Batı Trakya’daki Türklerin bugünkü durumunun, 1990 öncesi yıllarda içinde bulundukları şartlarla karşılaştırılamayacak ölçüde iyi olduğu yönünde. Her şeyden önce, yaklaşık 40 bin Türk’ün yıllarca dolaşım hakkından mahrum kaldığı “Yasak Bölge” uygulamasının sona erdirilmesi; Batı Trakya’daki Türklerin sayısının azaltılması maksadıyla, Türklerin Yunan vatandaşlığından atılmasını sağlayan Yunanistan vatandaşlık yasasının “19. madde”sinin kaldırılması; Türkleri fakirleştirme amacı güden ekonomik baskıların hafifletilmesi ve Yunan üniversitelerinde azınlıklara sabit bir giriş kontenjanının sağlanmış olması, en önemli gelişmeler arasında sayılabilir.
Günümüzde Batı Trakya’daki temel sorunlar, “Türk” adının kullanılması sorunu, müftülük sorunu, eğitim sorunu, siyasal haklara ilişkin sorunlar, yurttaşlık ve dürüst yargılanma hakkına ilişkin sorunlar, ekonomik alandaki sorunlar şeklinde sıralanabilir. Yunanistan Türklerin dinî kimliklerini tanıyor, ancak etnik kimliklerini “Türk azınlık yoktur, Müslüman Yunanlılar vardır” söylemiyle reddediyor. Bu yüzden, “Türk” ve “Türkçe” terimlerinin kullanılmasına ciddi kısıtlamalar getiriliyor. Yunanistan din ve vicdan özgürlüğüne ilişkin hakların kullanımında da ciddi sorunlar çıkarıyor. Yunanlı yetkililer, Türklerin seçtiği dinî liderlerini tanımıyor ve yerine kendi işine gelen bazı azınlık mensuplarını getirip, Müslümanları kontrolü altında tutmayı amaçlıyor. Batı Trakyalı Türklerin “anayasası” sayılan 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması gereğince, Türk azınlığının eğitiminin önemli ölçüde özerk bir statüye sahip olması gerekiyor. Uygulamada ise Türk öğrenciler gerçek bir eğitimden mahrum bırakılıyor, değişik idari ve bürokratik engellerle eğitim imkânları kısıtlanıyor. Türklerin siyasal örgütlenme hakkı da değişik ihlallere uğruyor. Yunanistan vatandaşlık yasasının iptal edilen 19. maddesinden dolayı vatandaşlıklarını kaybedenlerin haklarının geri verilmemiş olması ve yargı hakkı konusunda Türklere yönelik haksız uygulamaların durdurulmamış olması, Batı Trakya Türklerinin temel şikayetleri arasında yer alıyor.
Batı Trakya Türklerinin değişik sıkıntılarından bahsedilirken, uzun süre mülkiyet hakkından mahrum bırakılmalarına değinilmemesi ilginçtir. Diğer taraftan, çoğunluğu tarımcılıkla geçinen Türklere eskiden tarım araçları alımında gerekli izin verilmiyordu. Uzun süre, Türkler kendi evlerini bile serbestçe onarma hakkına sahip olmadı. 1990 sonrası dönemde Batı Trakya Türklerine yönelik izlenen politikalarda gözlenen değişim, ekonomik alanda da yaşandı. Örneğin, Yunanistan Batı Trakya’nın kalkındırılmasına yönelik, az da olsa, mali kaynak ayırmaya başladı. Batı Trakyalı Türklerinin taşınır ve taşınmaz mal edinmesine yönelik kısıtlamalar da ortadan kaldırıldı.
Batı Trakya Türklerinin yaklaşık yüzde 80’i kırsal kesimde yaşıyor, dolayısıyla tarımcılık ve/veya hayvancılıkla geçimini sağlıyor. Tarımcılığın içinde özel bir yere sahip olan tütüncülük, yaklaşık 13 bin Türk ailesine (neredeyse Batı Trakya Türklerinin yüzde 50’si) istihdam ve gelir sağlıyor. Tüccarların, üreticilerin tütününü düşük fiyattan almaya çalışıyor olması, tütüncülükle ilgili temel şikayetler arasında yer alıyor. Diğer taraftan, AB’nin tütüne verdiği sübvansiyonları gelecekte azaltmayı planlıyor olması, tütüncülükle uğraşıp başka geçim kaynağı olmayanlara ciddi bir sorun oluşturuyor. AB’nin 2004 reformu ile uygulamaya koyduğu tütün politikası çerçevesinde duyurulan yeni uygulamaya göre, tütün üreticileri 2009 yılına kadar AB sübvansiyonlarından tam olarak istifade edebilecek, 2009-2013 yılları arasında ise eskiden ödenen
sübvansiyonların sadece yüzde 50’si alınabilecektir. AB’nin bu yöndeki desteğinin 2013’ten sonra durdurulması hedefleniyor. Batı Trakyalı Türklere göre, AB’nin bu tütün politikası, küçük tarlalarda yetiştirdikleri basma çeşidi tütün sayesinde yaşamını sürdüren Türklerin “ölüm fermanıdır”. Bununla Türklerin işsizlik ve sefalete sürükleneceği, ardından da binlerce Türk’ün iş arayışı peşinde bölgeyi terk etmek zoruna kalacağı belirtiliyor. Tütünün yetiştirildiği tarlaların, alternatif üretim alanlarına kaydırılma imkânları sınırlı gözüküyor. Bu yüzden Batı Trakyalı Türkler, Atina ve Brüksel’in, tütün üretiminin kendileri açısından taşıdığı önemi dikkate almasını ve bu çerçevede tütün politikasında istisnalar sağlamasını bekliyor.